Sosyal Simgeler

Pages

22 Temmuz 2014 Salı

Biz Güçlüyüz

Bizler bazen kendimizi ne kadar zayıf görsekte aslında her şeyi aşabilecek kadar güçlüyüz. Acılar, hüzünler,kayıplar.. Bunlar yıkmamalı insanı. İnsan acı çektikçe güçlenmeli, acından güç almalı. Yıkılmamalı. Hayat bu kadar basit değil, sınanıyoruz zorlu şartlar var, pes edersen asla ayağa kalkamazsın ve başına daha kötü şeyler gelir. Evet, kötünün de kötüsü her daim vardır. Hale şükretmek gerek. Kaldır kafanı, etrafına mutlu olan insanlara bak. Onlar da acı çekiyor, tek acı çeken sen değilsin. En ufak acı da bile ''depresyona'' girenler var. Ben senin yaşadığın o minik acının katlarını yaşamışım ki senin ki saman çöpü bile kalmaz. Amma ve lakin, bilhassa ve filhakika ayaktayım çok şükür. Uyan, dik dur. Ayaklan. Hayat çok kısa, diz çökme, boyun eğme dimdik dur, şartlar ne kadar zor olursa olsun. Çünkü ancak Güçlüler hayatta kalır :)

Müzik Zevkini Değiştirmek

Öncelerde yazımda, zekayı geliştirmenin münkün olduğunu söylemiştim. Yapılması gerekenleri de sıralamıştım. Şimdi Kategori kategori sunacağım. Evet belki size saçma gelebilir ama müzik zevkini değiştirmek zekayı gözle görülebilir biçimde arttırıyor. Pop dinliyorsanız, birde Rock ve Metal deneyin, Rap dinliyorsanız biraz Popa dönün. Müzik çalarda her türden seçme müzik ekledim, bunlar örnek verilebilecek müzikler.

Bir Sosyopatın ağzından

Geçmişte ileri derecede bir sosyopattım. Şöyle söyleyeyim, vicdanımı, duygularımı, sevgiyi, aşkı, dürüstlüğü yitirmiştim. İnsanların duyguları umrumda bile olmuyordu, en ufak bir pişmanlık bile duymadan insanları kırıyordum, çünkü ne umrumda bile değildi. Hala bir miktar sosyopat olduğumu söyleyebilirim, ama eski halime göre melek gibiyim de denebilir.
Sosyopatlar, zeki insanlardır ve bu zeka kontrolden çıktığında, insan duygularını, insanlığıını yitirip sadece mantık ve çıkar için yaşayan biri haline gelir. Kendi çıkarları için kılık değiştirir(Yani insanlarla iyi geçinip, işi bittiğinde bir peçete gibi atabilir) Yalandan timsah gözyaşları dökebilirler, ustaca laf sokarlar. Hitabet yetenekleri iyi olduğundan insanlara yalanlarını bile kolayca inandırabilirler. Bir sosyopatın yalan mı doğru mu söylediğini asla anlayamazsınız. Öyle içten etkileyici konuşurlar ki... Aşık olmazlar, sevmezler. Ben sevebiliyorum, bir sevgilim var ve onu deli gibi seviyorum. Ve şöyle söyleyebilirim. Onun sayesinde eskisi gibi değilim. sosyopatlar sosyal ortama ''zekalarının üstün olması'' nedeniyle uyum sağlayamazlar. Ama kendi gibi zeki bir insan bulduğunda gayet güzel sosyal olabilir. Psikopatlıkla sık sık karıştırılır ama ikisi farklı şeylerdir.
Hala içimde bir miktar sosyopatlık olduğunu söyleyebilirim. Çünkü ''aptal, sıradan, normal'' insanlar. Zeki insanları ''aptal, moron'' olarak görüyorlar. Kendileri aptal ki bunu da göremezler zaten. Bu yüzden benim en iyi dostum, en iyi arkadaşım v.s yok. Çünkü herkese sınır koydum. Sıradan arkadaşlar denebilir.

15 Temmuz 2014 Salı

Sağlık Sektörü

Günümüz sağlık sektöründe, hemşirelere, teknisyenlere, asistanlara kötü davranıldığı gözüme çarpıyor özellikle o suratsız baş hekimler. Tam sopalık adamlar bana sorarsanız. Bizzat içinde bulunduğum sağlık sektöründe cidden çalışanlara emeği verilmiyor. Çalışanlar baş hekimler ve diğer üst kurul tarafından köle olarak görülüyor v.s v.s. Bunu yapan her baş hekimi bulup ağzına kürekle vurmak istiyorum. Bunu buraya yazdım çünkü içimde tutamıyorum artık sinir bozucu olmaya başladı.

13 Temmuz 2014 Pazar

Zeka artar mı?

Elbette. Gelişen her organda olduğu gibi çalışan bir beyin de gelişir. Ama bunu saatlerce televizyon izleyerek yapamazsınız. Çünkü beyni küçülttüğü söyleniyor ve küçültüyorda. İlk olarak işe kitap okuyarak başlayın.
Kitapta bilmediğiniz kelimeleri bir yere not edin ve anlamını öğrenin. Yeni öğrendiğiniz kelimeleri günlük hayatınızda kullanın.  Kitapta olanları insan hayal dünyasında canlandırdığı için beyin çalışacaktır. Oysa televizyonda herşey görüntülü olarak önünüze serilmiştir ve düşünmenize gerek yoktur. Ha televizyonda da
bazı şeyler yapabilirsiniz. Örneğin haber spikerinin, haberden habere mimiklerinin ve ses tonunun nasıl değiştiğini gözlemleyebilir, filmlerde her yeri detaylıca inceleyip mantık hatalarını bulabilirsiniz. Ve tabi dil öğrenmek. Zekayı büyük ölçüde geliştiren şeylerden. Zihinsel olarak yaşlanmayı geciktiriyor ve hayatınızın
bir çok yerinde lazım olabiliyor. Ve diğer eli kullanmak. Sağ elinizi kullanıyorsanız (fesatça anlayanlar alt+f4 çeksin lütfen) sol elinizi de biraz kullanmanız gerek. Örneğin sağ elle yazı yazıyorsanız sol elle yazmaya çalışın. Zamanla iki elinizi de kullanabileceksiniz. Bir eliniz yorulduğunda diğer elinizi kullanabildiğinizden kullanışlı oluyor. Diş fırçalarken sağ eli kullanıyorsanız sol eli deneyin. Müzik zevkinizi değiştirip yeni müzikler bulun.
Bakın bulun diyorum, sağdan soldan öneri almayın. Kendi müzik zevkinizi keşfedeceksiniz.  Ve sadece öylesine dinlemeyin, sözlerine dikkat edin ne anlatılmış. Oyunları türkçe yamayla değilde ingilizce oynamaya özen gösterin. Çünkü ingilizcenizin gelişmesinde büyük etkisi olacak. Eğer üniversite okuyorsanız, eve geldiğinizde dersleri mutlaka tekrar edin. 2 veya 3 tekrar, konuyu biliyorsan 1 tekrar yeterli.
Matematiğinizi geliştirin, beyni çalıştıran büyük faktörlerden. Diksiyon konusunda kendinizi geliştirin. Evde sesli konuşup birşeyler anlatın kendinize. Şaka değil bu deneyin, takılmadan konuşabildiğinizi göreceksiniz.
Facebook, twitter v.s sosyal ağ şifrelerinizi haftalık değiştirin. Bu yeni şifreyi hatırlamaya çalıştığınız için
beyninizi çalıştıracak. Kullanmadığınız yollar kullanın ki ben bunu pek önermiyorum, dışarısı serseriyle dolu olduğu için en güvenli yol neresiyse orayı tercih edin. Etrafı sürekli inceleyin, insanların mimiklerine bakarak nasıl bir ruh hali içinde olduğunu tahmin etmeye çalışın. Ve Eviniz.. Evinizin her köşesini detaylıca inceleyin, duvarları, fayansları eşyaların desenlerini, parçalarını. Gözünüzün önünde olduğu halde göremediğiniz birçok şey olduğunu fark edeceksiniz. Psikoloji hakkında kitaplar okuyun, Freud öneririm. Ve öğrendiklerinizi insanlara yardım etmek için uygulamayı deneyin.  Kişisel gelişim kitapları okumayı ihmal etmeyin. Ve tabi ki
sevgilinize yeni yeni iltifatlar türetin. Bu hem onun hoşuna gidecek hem de sizin yaratıcılığınızı konuşturacak.
Bu ve benzer şeyleri sürekli uygulayın. Değişimi göreceksiniz.

Abazanlardan korunma rehberi vol 2.

Türkiye gibi bir ülkede, sokakta gezen hiçbir kadın güvende değildir. İnsanlıktan çıkmış derecede cinsel açlığı olan abazan sürülerin, yurdun her kısmında en ufak semtlerde bile görebilirsiniz. Sözde Müslüman bir ülkeyiz,
kadına değer veren bir ülke. Ama kadınlara aç öküz gibi bakan bu mahluklar yüzünden, insanların huzuru
bozuluyor dışarıya bile çıkası gelmiyor. Bu konuda bilinçlenmeli Türk halkı. Şimdi bakarım len sanane diyenler olacak. Seninde, anan,bacın,teyzen, kuzenin v.s yok mu? Ona da böyle yapsalar tepkin ne olurdu?
Türk halkı empatik düşünmediği için bu halde zaten. Daha 12 yaşında bacağım kadar çocuklar bile başlıyorlar bu abazanlığa. Adeta virüs gibi yayıldı yurt çapında. Bence herkes bir kendine çeki düzen vermeli. Kadınlar çiçektir, cinsel bir araç değil. Kendi eşin dışında başka bir kadına bakıyorsan zaten bırak erkek olmayı insan bile değilsindir sen. Bayanlar da bu konuda özellikle dikkatli olmalı. Çünkü genelde arkadaşım deyip güvendiğiniz erkekler arkanızdan kalçalarınızı röntgenliyorlar. Herkese mesafeli yaklaşın.

Sherlock

Arthur Conan Doyle'nin Sherlock Holmes isimli kitaplarından esinlenerek hazırlanmış sezon başı 3 bölüm çekilen mini bir dizi. Bir bölümü 1.30 saat kadar sürdüğü için aslında mini demek biraz yanlış olur. Sherlock Holmes okuyucuları bilir. Olayların birde görüntülü şekilde bizlere sunulması çok iyi gerçekten. Sherlock Holmes'in meşhur çıkarımları vardır bilirsiniz. Onlar dizide çok iyi ifade edilmiş.
Ve tabi ki Sherlock'un yardımcısı Dr. John Watson unutulmamış. Bu sıcak yaz günlerinde, zaman geçirmek istiyenlerin izlemesi gerekir.

11 Temmuz 2014 Cuma

Outlast Whistleblower deneyimim.

Açıkçası ilk oyundan daha çok korkutucuydu diyebilirim. Oynayanlar bilir ilk oyunda Miles Upshur karakteri
ile neler çektiğimizi. Bu paragraftan itibaren ağır
spoilere başlıyorum o yüzden oynamayan bakmasın.
Miles Upshurdan bahsetmek gerekirse, hırslı, kararlı bir karakter ki kendini böyle bir cehenneme atıyor. İlk oyunda gizemli bir mail bizi Mount Massive Asylum'a getirmişti. İşte Whistleblowerde o maili atan Waylon
Park'ı yönetiyoruz. Murkoffta bir yazılım mühendisi abimiz. Akıl hastaları üzerine yapılan deneylerden oldukça
rahatsızlık duyan Waylon Park bu olanları dışarı sızdırmak adına Miles Upshur'a bu maili atar. Ve zeki(?)
yazılımcımız bu bilgisayarın Murkoff şirketine ait olduğunu ve izlendiğini aklına getiremiyor ve kapıdan birinin
seslenmesi üzerine panik içinde maili yollayıp laptopu kapatıyor. Bizi birçok kez çağırmalarına rağmen
gitmediğimiz için şüphe çekiyoruz. Ve Waylon abimiz de heyecanını gizleyemediği için kendini kolaylıkla ele veriyor. Yakalandığı için de Walrider projesinde kullanılan ''Morfojenik Motor' adına kobay oluyor.
Evet Murkoff şirketinden asla istifa edemezsiniz. Ve şirkete ihanet ettiğiniz için kovulmazsınız, bunun yerine
denek olarak kullanılırsınız. Oyun işte tam burada başlıyor. Olayların birkaç saatte nasıl bu boyuta ulaştığına
şaşıracaksınız. İlk oyunda ki parmaklarımızı kesen Doktor Treager ve hayvanımsı Chris Walker gibi Whistleblowerde de bizim sürekli ensemizde dolaşan 2 eleman var. Biri yamyam, adından anlaşıldığı üzere insan eti yiyor. Ve Gluskin, yani Damat. Açıkcası asrın abazası seçilebilir bu damat arkadaşımız. Yokluktan
Erkekleri bile kız gibi görüyor, ve erkeklik organlarını kesip kıza benzetiyor. Oyunun başında siz masa başındayken cama yapışıp ''Bana yardım edebilirsin seni biliyorum'' diyen eleman da o damat işte. Tam bir namus belası. Açıkçası diken üstünde oynadım damat sahnelerini. İlk oyunda Chris Walker bile beni bu kadar korkutamamıştı açıkçası. Beni düşündüren de oyunun sonuydu açıkçası. Waylon Park Damatı öldürüyor, (Tamamen şans eseri) ve Jeremy Blaire Tarafından bıçaklanıyor, tam o sırada Walrider gelip
Jeremy arkadaşımızı parçalarına ayırıyor ve bize hiçbir şey yapmıyor. Tam bu nokta da düşünüyorum, o yoksa Miles mi? Biliyorsunuz İlk oyunun sonunda Walrider içimize girmişti ve kurşuna dizilmiştik, sonra Walrider bedenimizden çıkıp herkesi öldürmüştü. Acaba Walrider projesi ''akli dengesi'' yerinde olan birinde
başarılı mı olmuştu? Yani Miles Walrider mi oldu? Evet, aynen öyle oldu. Miles'in arabasına atlayıp kamerayla bize doğru gelirken Walrider'e bakıyoruz. Ve bir kaç saniyelik insan şekli alıyor. Ve evet,
o Miles. Kıyafetlerinden tanımak zor olmamalı, arkamızdan biraz kovalıyor (Sanırım arabasını çaldık diye kızdı adamcağız) ve kaçıyoruz oradan. Sonra görüntüleri Murkoffun bizi ailemizi öldüreceğini bildiğimiz halde
İnternete yükleyip büyük darbeyi vuruyoruz o lanet şirkete.

10 Temmuz 2014 Perşembe

Acılar İnsanı güçlendirir mi?

Elbette. Bazı insanlar vardır yaşından büyük konuşur. İlla ki görmüşsünüzdür. Çektiği acılara bağlı olarak
17 yaşında biri 25 yaşında bir adam gibi tecrübeli ve olgun durabilir. Çekici erkekler genelde olgun erkekler
değil midir zaten? Her nasıl ki elmas yontulmadan güzelleşmiyorsa insan da acı çekmeden olgunlaşmıyor.
Yani en büyük mutluluklar, en kötü acılardan sonra başlar. Ve gün gelir, o acıları hatırlayıp gülüp geçersin.
Çünkü o acıları tecrübe ettin, sana büyük görünmüyorlar. Oysa ki bazı insanlar vardır, en ufak şeylerden
bile şikayetçi olur isyan eder. Bunu şöyle açıklayabiliriz. Matematik sınavından 08 alan biri, aldığı nota
üzülüyor, ama asla bunu abartıpta acıya dönüştürmüyor. Ve bir tarafta da aynı sınavdan 97 alan bir öğrenci var ve o 3 puan için dünyasını yıkıyor. Evet, böylelerine sıkça rastlarız. İçinizden dövmek geliyor öyle değil mi?. Acılara sabreden güçlenebilir ancak. Çektiği acıya rağmen şükredip isyan etmeyen mutluluğa erer ancak.
İnsanlar acıdan güç almayı öğrenmeli. Acılar onu yıkmamalı, tam tersi onu dimdik ayakta tutmalı.

Bir ekleme; bazı insanlar çektiği acılardan dolayı acı tanımaz hale geldiği için vicdani problemler yaşayabilir ve insanların
acı çekmesi umrunda olmaz. Yani işin sonu Sosyopatlığa kadar gidebilir. 

Zafere giden yolda çekilen çile kutsaldır.

Açıkçası doğru olup olmadığına emin olamadığım bir cümle. Peki ya çektiğin çilenin bir sonu yoksa, sürekli tekrarlıyorsa? Ya şanssız bedeviysen? Ama en şanssız insan bile bir gün zaferi tadıyor. Yani bu cümlenin doğruluk payı var. Ve kazanmak için de sabretmek gerekiyor, ve pes etmemek tabi. Bu sorunları oldukça fazla yaşıyorum son zamanlar. Herşeyin bize karşı olduğunu düşünüyorum bazen. Çok gülen çok ağlar demişler. Biz hep çok ağlayan olduk. Peki çok ağlayan çok gülüyor mu? Göreceğiz.

30 Haziran 2014 Pazartesi

Deep Web Nedir?

Kafama estikçe yazıyorum, konu sınırı yok. Deep Web hakkında yazasım geldi.
Deep Web' kullandığımız internetin karanlık tarafı, bilmediğimiz kısmı. Bir buz dağına benzetilir. Bizim kullandığımız internet buz dağının suyun üstünde görünen küçük parçası kadardır. Ama suyun altında daha
büyük kütleye sahip olan buz dağının bu parçası, deep web'e benzetilebilir. Çünkü normal internete göre
içinde çok daha fazla içerik var. Ve girmesi oldukça riskli tabi ki. Siteler rastgele sayı ve harflerden oluşmuş
ve google amcaya yazınca çıkacak tarzdan siteler değil. .orion biçiminde siteler. Tor browser adında bir
browser yardımıyla deep web'e ulaşılabiliyor. İp adresinin gizlenmesi gerek, ek olarak proxy de gerekiyor.
Çünkü deep web'e girmek her yiğidin harcı değildir. En usta hackerler aha o buz dağının alt kısmında takılır
işte. İp'ini gizlemeden girersen ahanda faka basarsın. Ben yine de girmeyin diyorum, başınıza bela almayın,
buz dağının üstünde güzel güzel takılın. Evet Deep Web'e bağlanmak suçtur. 

Özgüvenimi Nasıl Arttırırım?

Özgüven kazanılmaz, özgüvenli doğulur diye bir laf vardır bilirsiniz. Doğruluk payı var kısmende olsa.
Ama büyük oranda yanlış olduğunu düşünüyorum, çünkü çocuğun yaşadığı ortam, ailesinin tavırları v.s
çocukların kendine olan güvenlerini etkiler. Bu şartlar kötüyse özgüveni 0'a çeker ve çocuk içine kapanabilir veya bunlara tolerans geliştirerek tam tersi etki de bırakabilir.
Doğal olarak bu şartlar iyiyse özgüven tavan yapar. Özellikle aile içi şiddet gören çocuklarda bu konuda şanssızlardır. Bir örnek vermek gerekirse okul çağında ki çocuğunuzu, başka bir ailenin çocuğuyla karşılaştırıp onu kötülerseniz o çocuk özgüven bakımından yıkıma uğrar, çocuk başarısız oluyorsa bu onun hatası değil sizin hatanız. Yani özgüven sonradan kazanılabilen birşeydir. İnsan kendini telkin ederek başarılar
kazanabilir, ve kazanmakta özgüveni arttırır, arttırmak mı? tavan yapar.

12 Haziran 2014 Perşembe

Özgüven

Hep karşımıza çıkan bir terim. Peki nedir bu özgüven denen arkadaş? ne işe yarıyor. Özgüven, adından da
anlaşılacağı gibi kısaca kendine olan güvenin demektir.  Özgüvenli bir insanla korkak bir insan arasında dağlar
kadar fark vardır. Özgüvenli insan, istediği herşeyi çekinmeden yapar, hayır diyebilmeyi bilir, insanları
ikna edebilir, tartışmadan kavgadan asla korkmaz, ama kavgaya da meraklı olan kişiler kabadayılık sınıfına
girer, ne de olsa insanız kendini tepede görmene gerek yok, bana sorarsan tartışmaları önce büyümeden
bitirmeye çalış, oldu ki bitmiyor kaçınılmaz olandan korkma.Örneğin öğretmenlerle arası iyidir, çünkü
derse çekinmeden katılır, teneffüslerde öğretmenlerle sanki arkadaşı gibi konuşur, böyle tiplere rastlamışsınızdır illa ki. Çevresindekileri genelde umursamaz, oldu ki kötü laf işitti, çekinmeden
o kırılırmış korkusu olmadan ağır laflarını söyler. Yeterince fikriniz oldu diye düşünüyorum, çünkü illa ki
çevrenizde böyle insanlar görmüşsünüzdür. Peki özgüveni yerlerde olanlara gelelim.Hayır diyemez, çünkü
o bana şöyle der böyle der korkusu içindedir. Öğretmenleriyle konuşmaktan bile çekinir. Biri ona laf
attığında cevap vermeye çekinir ve kafasını eğer. Tartışmalarda ezilen taraf olur. Biri ona şakasına
takılsa bile bunu kafaya takar, o bana şöyle dedi bu bana böyle dedi... O bana şöyle der böyle der korkusu
yaşar.  Özgüvenli adam umursamaz, kafaya takmaz. Birdaha ki ''Nasıl Özgüvenimi arttırırım?'' adlı yazıda
devam edeceğim.

3 Nisan 2014 Perşembe

Şiir Vakti vol2 -Esaret

Işıldıyorsun adeta ne bu zarafet?
Kıskandırırcasına güzelsin bu ne cesaret.
Sen benim kalbimde yar, ben sende esaret.

Bu cazibeyi görmemek aslında büyük bir cehalet,
Sana sevgimi anlatsam, o da ''ebediyet''
Kalbimde açan bu güller, dikenleriyle can yakarak, solacaktır elbet.

Senin saçının teline zarar verseler, ne ata kalır ne zürriyet.
İnanması zor ama budur esas adalet.
İşte bu dinmez hırsım bana veriyor dirayet.

Bu anlatıklarım hakikat.
Ya ol benimle, yada seni benden sök, at.
Ne kadar ileri gidersem kalbinden o kadar azat.

Şiir Vakti Vol1 -Vuslat

Bendeki bu acı, derinden kanayan, adeta hançerlenmiş...
Sanki çığlık atıyorum, ama sesim çıkmıyor, çaresiz.
Ne dindirir bu acıyı? bunun sonu aslında, belirsiz.

Bendeki bu bu özlem, vuslata...
Nefesim kesiliyor adeta, haykıra haykıra.
Göğüs gerdim evet, bunca zorluğa.
Çektiğim acı çıkıyor içimden, adeta bata bata.

Vuslata özlem, benliğime kazınmış
Sorarmısın hiç, bu kader nasıl yazılmış?
Ben kaderime razıyım yar, ne kadar acı çeksemde.
Bu uğurda ölsemde...

Korkuyla baş etmek?

Korkunun beş seviyesi hayatının her kısmına uygulanabilir.
Seviye Beş – Özgürlük
Özgürlük korkunun yokluğudur. Bu seviyede, mutlusundur, eğlencelisindir ve
özgüvenlisindir. Hayatının istediğin doğrultuda gittiğini biliyorsundur. Bu olmak istediğimiz
seviyedir… tabi gelebilirsek.

Seviye Dört – Başa Çıkma
Başa çıkma seviyesinde, gerçek problemlere sahipsindir ama onları düzeltmek için
uğraşıyorsundur. En önemlisi, onlardan kurtulabileceğini bilmendir.
Seviye beşteki kadar mutlu değilsindir ama problemlerinin çoğu kontrolün altındadır. Sadece
problemlerinin tamamiyle çözüleceği zamana odaklanırsın ve çözüleceğinden eminsindir.
Problemleri geçici sıkıntı veren olaylar olarak görürsün.

Seviye Üç – Uğraşma
İşler kötüye gidiyor. Üçüncü seviyede, uğraşıyorsundur. Stres, korku seni aşağıya çekiyor.
Bazen bu seviyede problemleri yendiğini görürsün, ama çoğunlukla başarılı olamazsın.
Bu seviyede vücudun B vitamini depoları tükenir. Enerji seviyen düşer. Her şey sana zor
gelir.

Seviye İki – Tembellik
Bu seviyede problemlerin o kadar büyür ki, bilerek onlardan kaçarsın. Uyanırsın , problemi
hatırlarsın tekrar yatarsın. Yüzleşmemek için nedenler ararsın. Boş şeylere vakit harcarsın.
Herşeyin elinden kayıp gittiğini düşünürsün. Hasta olmaya başlarsın.
Bu problemlerden kaçma hareketinde, problemler sadece büyümez, ikiye ya da üçe katlanır.
Bu seviyede herşeyden vazgeçmişsindir. Problemler kazanmıştır.


Seviye Bir – Panik
Seviye birde, yürüyen problem kıvamındasındır. İnsanlara fevri çıkışların olabilir. Mantıksal
düşünemezsin. Tam anlamıyla duygusal patlama yaşarsın, duygu denen zayıflık tohumları bedenini sarıp sarmalar. Bağırırsın, çığlık atarsın, saldırırsın, ağlarsın. Bu seviyede olmadığına şükretmelisin.*

Alıntı hakkında.

Yazılmış olan yazıların sonunda ''*'' varsa o yazının bir kısmı alıntıdır, bir kısmını kendime göre uyarladım.

31 Mart 2014 Pazartesi

Kontrollü Öfke

Öfkesine hakim olmak yerine onda üstünlük kurup, ona yön verebilen ve muazzam yıkıcı bir etkiye çevirenler için doğru bir terim olur. Kolay kolay dışa vurmazlar, eğlenmelerine bakarlar, patlama tarzı şeyler yaşamazlar çünkü kontrol ellerindedir. Dışarıya çıktığında artık karşıdaki insan için umut yoktur, neden mi? bilemezsin çünkü hiç yaşamadın. Bu kısımda sana 2 seçenek kalır, ya affedersin ya da işini bitirirsin. Bu sana kalmış, istediğin gibi yön verebiliyorsun sonuçta. Son zamanlarda hep affettiğimi söyleyebilirim, sırf birinin hatrı için.

25 Mart 2014 Salı

Körü Körüne Bağlanmak

Başımızdaki en büyük belalardan birisi. Bazen bazı zararlı şeylere öyle bağlı kalırız ki artık kötü olduğunu bile ayırt edemeyiz. Örneğin insanlarla dalga geçmekten zevk almaya başlamak, dedikodu yapmaktan hoşlanmak, ağaçlardan meyve araklamak, yolda gördüğümüz o ışıltılı 50 lirayı ceplemek.  Karşı koyulmaz duruyor öyle değil mi? Bazıları bu soruya evet cevabı veriyor. Çünkü bağlılar, iyiyle kötüyü birbirine karıştırdılar.

Arayış..

Biz gözü doymaz insanoğluyuz. Herzaman birşey üstüne birşey isteriz, birtürlü doymayız, soğuk havada sıcak havanın gelmesini isteriz ama sıcak hava geldiğinde tam tersini dileriz. Yaşamımızı hayaller üzerine kurarız, ve onlar gerçekleşmediğinde boş yere kendimizi paralamış oluruz. Ne yaparsan yap hayal kurma, hedef belirle, arayış içinde ol. Hayal sadece zihinde olan birşey ama icraatte sana 0 fayda sağlar. Hayal kurmak belki geceleri güzel olabilir ama gelecek hakkında kurarsan ancak kendi canını sıkarsın. Kader.. buna karşı gelemezsin istediğin kadar hayal kur kader gelir ve oyunu bozar. Senin bu duruma üzülmeye bile hakkın olmaz çünkü suçlu sensin. Hedeflemek, icraatten geçer, hayalse zihinde olan kendimizi kandırdığımız sahte dünyadır. Hayalindeki meslek diye birşey yoktur hedefindeki meslek vardır, hayalindeki araba diye birşey yoktur almayı hedeflediğin araba vardır. Sen, bu saatten sonra ilerleme kaydetmek istiyorsan sahte hapishanenden çık ve gerçekliğe dön.

21 Mart 2014 Cuma

Bugüne kadar.

Çok şey oldu, çok şey değişti. Ama sen gerçekten eskisi gibi olabildin mi?, kendi özüne dönebildin mi? Bir kaç yavşak herifin seni engellediğini tahmin ediyorum. Konuşma tarzın değişmiş olmalı. ama ne yönde? Mesafeler arttı belki ne kadar? Beni belki bir şizofren olarak görüyor olmalısın. Gözünü 4 aç, kör olma. Kimseye güvenme, insanları yüzeysel olarak değerlendirirsen iyi olduklarını zannedersin, ama hayatına çıkacak olan en kötü insanda olabilir bilemezsin. Yüzüne karşı gülüpte arkandan iş çevirenler olacak. Bunları artık görmelisin, bu hayatta kimse iyi bir insan değil, bizler haricinde. Tabi ki yapacaklarında özgürsün, ben seni düşünüyorum, doğru yolu tarif ediyorum, kötü yola girmek istersen girersin orası sana kalmış ama ben pes etmiyorum. Şimdiye kadar çok ilerleme kaydettiğini biliyorum ama bu iş daha bitmeye çok uzak. Vakit geçirmek için yapmaman gereken şeyleri yapma, konuşmadığın şahıslarla konuşma, konuşupta konuşmaman gereken kişiler varsa onlardan da savun kendini. Katı kurallar olduğunu mu düşünüyorsun? Dikkate almak istemiyormusun? işine mi gelmedi? ben bu ihtimalleri düşünmüyorum ve Can kulağıyla dinlediğini biliyorum. Sanal alemde seni koruyacak herhangi biri yok, ben bu görevi uzun zamandır üstleniyorum ve sonuna kadar da devam ederim. Bunları dinlemelisin, kendin için, özgürlüğün için, mutluluğun için, ve verdiğim bunca emek için, buraya dikkat benim için demedim, çünkü kendi çıkarlarım uğruna burada değilim, sadece seni düşünüyorum bunu bil .Sahte mutluluklarla gerçek mutlulukları karıştırma, sana kendi çıkarları için vaad eden, yüzüne gülen insanlardan uzak dur. Beni unutma...

Abazalardan korunma rehberi

Kızlar için yazalım bunu. Türk erkeklerinin net %90 ı abazadır. Zaten bir erkek sana 3 saniyeden fazla bakıyorsa, Allahu Ekber nidalarıyla koşarak uzaklaş oradan.  Hele ki sen yürürken arkandan illa ki kalçalarını
dikizleyen erkek olacaktır. Bunun için başka caddeye sap. Eğer yine takip ediyorlarsa, bunlar yokluk çeken
kız meslek liselerinin önünde dikilen mahlukatlardır büyük ihtimalle kaç kurtar kendini. Sonra devam üşendim yazmaya.

20 Mart 2014 Perşembe

Hayatının sıkıcı olduğunu mu düşünüyorsun yolcu?

Yoğun iş(veya okul) hayatı seni yoruyor mu?, insanların seni eleştirmesinden bıktın mı?, ne yapsan yaranamadığın insanlar oldu mu? Depresyona mı giresin var? Sinirini başkalarından mı çıkarasın var?
Yaşamak istemiyormusun? Çok mu yalnızsın? Bunlardan herhangi birine evet dediğine eminim. ama geçerli bir neden değil. Neden sıkılıyorsun? Eskileri mi özledin? Eskiler yok, artık bitti önünde uzanan uçsuz bucaksız, bir o kadar da parlak bir geleceğin var. Sen değiştin dostum, sen gerçeği anladın. Neden sıkılıyorsun? Çok mu asosyalsin? Buda geçerli bir neden olamaz, asosyal olan insanlar sosyal olan insanlara oranla daha güvendedirler. İnsanlar seni dışlıyor mu? Buda geçerli bir neden değil dışlanıyorsan bilki diğer insanlara göre oldukça farklısın, farklı olmak iyidir dostum bu seni üzmesin. Birbirinin kopyası olan insanlardan farklısın sen. İşyerinde (veya okulda) müdüründen azar mı işittin? aman ne önemli, o adam azarlamak için yaratılmış. neden canını sıkasın? neden üstüne alınasın ki gülüp geçmek varken? İşin kısası yolcu, hayat düşündüğünden de kısa... günler hızla geçiyor, keyfine bak, hayatını yaşa, hiçbirşey canını sıkamaz, hiçbirşey seni üzemez çünkü sen artık değiştin, gerçeği biliyorsun.
Elin yüzü kapatması genel olumsuzluk, endişe, belki yalan, yada şüpheye dair bir             ipucudur.

Elin çeneyi okşaması bir karar verme sürecini ve yoğunlaşma isteğini anlatır. Dikkati ve yoğunlaşma isteğini gösteren asıl ipucu işaret parmağının beyni gösterdiği, elin ise yanağa dayalı olduğu duruştur.

Ellerin Önde ve Arkada Birleşmesi:

Ellerin arkada birleşmesi kendine olan özgüveni, meydan okumayı anlatır. Saklayacak ve korkacak bir şeyiniz olmadığını gösterir. Genelde bu, koridordan geçen lise müdürünün, kalabalık bir bölük karşısındaki nöbetçi komutanın duruşudur. Genellikle göğsün öne çıkması, omuzların yükselmesi, burnun hafif yukarı kalkmasıyla tamamlanır. Ellerin önde birleşmesi bir şeyler rica etmenin verdiği mahcubiyetin belirtisi olarak ortaya çıkar ve genellikle başın eğilmesi, vücudun küçülmesi ve omuzların düşmesiyle desteklenir. Kabadayı liselilerin de bu duruşu sergilediğini biliyorsunuz.

Ellerin kenetli olması ne anlama gelir?

Genel bir olumsuzluğun bir hayal kırıklığının habercisidir. Mesela iş görüşmesinde sizi ziyarete gelenler genelde asıl konuya girmek için bir çok alakasız konudan bahsetmek zorunda hissederler. Böyle bir durumda ellerinizi masanın üzerinde kenetlenmiş olduğunu görürsünüz. Bu yüzünüze yansıtmamaya çalıştığınız beyninizdeki olumsuzluğun ellerinize yansımasıdır. Olumsuzluk arttıkça kenetli eller daha yukarıya çıkmaya başlar bu görüşmeyi daha fazla uzatmamak gerektiği anlamına gelir.

Elin Tehdit konumu:

Tehdit Konumu: Karşısındaki muhatabına doğrultulmuş işaret parmağı tehditkar bir     tavrın göstergesidir. Bu ebeveynlerin, büyüklerin, amirlerin, öğretmenlerin,                     komutanların… vb kullandığı beyinde tehdit hissini uyandıran korkutucu bir harekettir.

Bu hareketi yaparken yumruğun sıkılma şiddeti tehdidin derecesini gösterir.

Elin Diktatör konumu: :

 Herhangi bir tartışmayı durdurmak, bastırmak isteyen bir başkan, bir arabayı otoriter bir şekilde yavaşlatmak isteyen trafik polisi, beraberindeki milletvekillerini otorite altına almak isteyen bir parti başkanı avuçları aşağıya bakarak ellerini diktatör konumda bastırarak konuşacaktır. Herhangi bir konuşma sırasında ellerini bu şekilde kullanan kişi karşısındakileri kendi otoritesi altına almaya çalıştığı düşünülür.

16 Mart 2014 Pazar

İnsanların yalan söylediği nasıl anlaşılır?

İnsanlar neden yalan söyler?
Gerçeklerden kaçmak için, doğruyu söylediğinde alacağı tepkiden korktuğu için. Ama öyle durumlar vardır ki
yalan söylemek şart olur. İşte o anda karşında benim gibi birisi varsa yalan söylediğini hiç zorlanmadan anlar
ve söylediğinle kalırsın. Ek olarak yalan söyleyenin yalanını ortaya çıkarmak için ilk bakılacak kısım elleridir:
Genelde erkekler yalan söylediğinde gözlerini ovuştururlar, gömleklerinin yakalarıyla oynarlar, bazıları kızarır,
gözlerini kaçırmaya çalışır ve genelde gözlerini aşağıya diker, burnuyla oynar, elini ağzına götürür v.s.
Ve usta yalancılar vardır ki bu söylediklerimin hiçbirini yapmazlar, yani açık vermezler. Ama onlarında açık verdiği
bir nokta vardır. yalan söylediklerinde göz bebekleri büyür. Kontrol edemeyeceği tek şey göz bebekleridir.

Bayanlara gelelim. Onlar yalan söylediklerinde saçlarıyla oynar, elleri sürekli ağıza git gel yapar, gözlerini kaçırırlar,
gözlerini yukarı dikerler,konuyu değiştirmeye çalışırlar, bazıları kızarırlar,oturuş tarzları değişir,burunlarıyla oynarlar

Unutmayın İnsan yalan söyleyebilir ama beden yalan söylemez..

14 Mart 2014 Cuma

Ellerin vermiş olduğu mesajlar.

Eller, düşüncelerin ifadesinde en güçlü olan destekliyicilerdir. Ellerin 3 temel konumu vardır: dilenci, diktatör ve tehdit.

Dilenci konumu, adından da anlaşıldığı gibi ellerin avuç yukarıya bakacak şekilde açılmasıdır. Eliniz dilenci konumdayken söylediğiniz birşey karşınızdakileri rahatsız etmeyecektir; bir otorite hissi uyandırmayacaktır. Dilenci konumu ikna etmek için ve ''Ban elimde hiçbireşy saklamıyorum doğruyu söylüyorum'' demek için iyi bir kullanım olarak kabul edilir. Eller belin yukarısına geldiğinde ise birşey saklamadığınızı hissettirirsiniz. Sizi dinleyenler güven hissini yaşarlar Politikacılar bunu sık sık kullanmaktadır. Ama terste tepebilir, sizi aciz biri olarakta gösterebilir.**
Ön yargılar. İnsanı doğduğu günden beri sarmalar, birçok hataya yol açar ön önemliside kendi yolunuza engel yaratmış olursunuz.Kurtulmak ise çok basittir, ög yargıların yerini tahminler almalı ve karşıdaki insana söylenmemelidir. Böylece ön yargı olmaktan çıkar hem kendi canınızı hemde başkalarının canını sıkmamış olursunuz.

13 Mart 2014 Perşembe

Sırada ki adım.

İnsanların aslında vücutlarının konuştuklarını biliyorsunuz sanırım. El kol hareketleri, duruşları, göz hareketleri, bakışları aslında söylediklerinden de fazlasını anlatır. Beklemede kal dostum.

12 Mart 2014 Çarşamba

Kuantum...

Öğretildiğimiz bilinçaltına ait fikirlerle birlikte dolaşırız. Bu fikirler birbirimizden gözle görülür biçimde farklı olduğumuzu tanımlar: ''Ben şuyum... Ben şu değilim... Ben nu konuda iyiyim... Ben şu konuda kötüyüm... '' Bu fikirler başkaları tarafından çocukluğumuzdan beri içimize yerleştirilir ve pekiştirilir. Bunları yapanlar genellikle bizi çok uzun süredir tanıyan aile bireylerimizdir. Oysa gerçekte bizi bilmezler! Bildikleri sadece hakkımızda görmeyi ve düşünmeyi seçtikleri şeylerdir. Biz de aslında onlara dair hiçbirşey bilmeyiz! Haklarında neyi görmeyi ve düşünmeyi seçiyorsak onu biliriz.
Hayatımızdaki bu bitmek bilmeyen hareketlilik bazen deli saçması gelebilir. ancak düşünüldüğü gibi değil. Dev bir dalga gibi hareket eder ve biz de onun tam üzerinde dururuz. Eğer dalgayı kontrol etmeye çalışırsak, kendimizi onunla birlikte amansız bir savaşta buluruz. Eüer sadece dalganın üstünde kalmayı öğrenirsek bu defa da onun esiri oluruz. Fakat bir seçenek daha vardır ki; Dalganın hareketlerini kavrayabilir ve üzerinde başarılı bir biçimde sörf yapmayı öğrenebiliriz**

11 Mart 2014 Salı

Bir tutam gerçek...

Senin özün bu değişemezsin geyiklerinin yalan olduğunu düşünüyorum. Atalarımız böyle değillerdi içlerinde zerre kadar korku yoktu. Ama bu korkuyu daha sonradan genlerle taşıdılar. Önceden Allahtan başka korkmayan atalarımızın herşeyden korkan çocukları oldu. Ama bunda o çocukların suçu yoktu. tek yapmaları gereken asıl özünü bulmaktı. İçinde başından beri olan tahmin etmediği kadar yakın olan ama farkedemediği özünü.

İşte o bulanlar. Herşeyin farkında olanların içinde korku barınmazdı. Çünkü herşey için bir planları vardı. Başarısız olmaktanda korkmazlardı çünkü insan kaybede kaybede öğrenirdi. Bazen öyle planları vardı ki kaybetme olasılığı yoktu. Bazen müdahale etmektense sessizliğini korumayı tercih ettiler.


Korku aslında başından beri onları kaybetmeye sürükleyen şeydi aslında. Bunu nasılda fark etmemişlerdi bunca zaman.

Düşünmeden hareket etmemeyi öğrendiler tıpkı atalarımız gibi. Duygularına gerekmediğinde aman bile vermediler, mantık üstün geldi. Ama sayıları çok azdı. Diğer insanlar köreltilmiş duygularıyla başbaşa kaldığından onları dinlemiyordu bile. Hakikati bas bas bağırarak söyledikleri halde.

Bunu şu şekilde başardılar. Kendilerini küçümsemekten vazgeçtiler. Daha önce kendisi hakkında ne kadar kötü yorum varsa işte sen şöylesin sen böylesin v.s vazgeçtiler ve özlerine dönmeye başladılar

yeni başladıkları zaman bir takım engellerle karşılaştılar. düştüler kimisi kalktı kimisi pes etti ve çöplüğüne geri döndü.

kalkanlar yılmadan devam etti. İnançları ve cesareti onu ayakta tutan şeydi. Diğer duygular çöpteydi.

Artık herşeyin iyice farkına vardılar ve hayatın aslında üzülmeye bile değmeyecek kadar kısa olduğunu farkettiler. Bunun için en iyi şekilde yaşanması gerektiğini savundular.

işte bunlar hep kesin konuşurlardı. Genelleme yapmazlardı. gerekmedikçe. Yolunu kesen insanlara aldırmadılar çünkü o aciz insanlar onların canını sıkamazdı o kadar acizlerdi ki.

Başkalarının hevesini kırmayı zevk haline getirmiş aciz insanlar. Onları dinleyenler yolun başında kaybetti.

evet insan değişemezdi ama gerçek özünü bulamazdı diye bir şey yoktu. İnsanın gerçekliği aslında içinde... o kadar yakın ki onu bulabilmek düşündüğünden de kolay, artık insanların sana olan hakaretleri seni zerre kadar üzemeyecek...

Aşk ve sevgi..

Aşk ve sevgi, ikisi aynı şey değil aslında, bu güne kadar kandırıldık. Aşk bir yalan, bir ilizyondan ibaret, bir yalan, bir masal, kadınların uydurmuş olduğu saçma bir icat. Sevgiyse asıl gerçek olan, ona canı pahasına bağlanmak, herşeyi feda etmek v.s. Ama Ferhat ve Şirindeki gibi Dağları delmek anlamı çıkmasın burada. Seven insan zaten açık kapı bırakırdı. Aşk insanı zayıflatır, ondan benliğini alır işte aşk acısı saçmalığıda ayrılıktan sonra başlar. Gerçekten sevmenin ne olduğunu bilenler zaten ayrılığa düşmeyeceklerdir. Aşk acı, yara, kabustan ibaretken Sevgi; huzur, direnç, güven duygusu getirir. İkisi arasındaki farkı idrak eden mutlu bir birlikteliğin ilk adımını atmış demektir. Ama burada doğru dişiyi bulmakta önemlidir, alfa beta omega saçmalıklarından bahsetmiyorum hani yurdumuzun ''Harun Abi'' diye nitelendirdiği kızlarla sevgi falan yaşanmaz aha o aşk denen saçmalığı yaşarsınız ancak. 

Yeniden uyanmaya hazırmısın?

Bu söylediklerimin şimdiye kadar işe yaradığını biliyorum, peki ya sen biliyormusun?. Kafan karışık olmalı, evet anlıyorum bu gayet normal bir durum beyin uyum sağlıyor. Bugüne kadar canını sıktığın, kendini paraladığın şeylerin aslında ne kadar gereksiz olduğunu,bunun yerine uyum sağlamak gerektiğini artık öğrendin. Kendi özünü bulacaksın dostum, inan bana onu sende çok seveceksin. Hiçbirşey gözünü korkutmayacak, yoluna çıkan engeller senin şevkini kaçırmayacak, her daim bir planın olacak, insanları yüz ifadesinden el kol ifadelerinden veya konuşma tarzından analiz edebileceksin. Evet hayali bile güzel, ben bizzat bunları yapıyorum, sıra sanada gelecek sende yapacaksın.

Son diye birşey yoktur, yeni başlangıçlar vardır.

İlk adımı atmış olan şanslı insan, esas şimdi başlıyoruz ben olsam beklemede kalırdım.

Düşünüyorum da...

Hiçbirşey eskisi gibi değil, ve de olmayacak. Herkes şöyle düşünüyor; Birkaç değerli insan dışında diğer tüm, herkes benim için bir çöpten ibaret, istersem fırlatırım, istersem geri kullanırım.  Değişen düşünceler, değişen fikirler, değişen duygular, değişen bedenler... Peki ya nedir insanları bu kadar değiştiren o kahrolası şey?
Zaman mı?, Çevre mi?, Aşk denen o deli saçmalığı mı?, Yoğun iş hayatı mı?, Hastalık mı?, Ölüm korkusu mu?, Özlem mi.?, Gurbet mi?, Cinayet mi?, Yoksa İhanet mi?. gördüğün üzere say say bitmiyor. Evet bunlar insanları değiştiren birkaç şeyden ibaret. Ama 2 türlü değişim ele alınır. İyi yönde ve kötü yönde.

Kimisi olan onca şeye karşı göğsünü gerer ve direnç geliştirir, o artık iyi yönde değişmeye başlayacaktır, yani asıl özünü bulacaktır. Ama ne acıdır ki bazıları bu sürecin esiri olurlar ve kontrolü kaybederler, ordan oraya sürüklenirler artık dirençleri kırılmıştır, hayata karşı bakış açıları artık çok daha kötüdür. Hayattan soyutlarlar kendilerini, adeta yürüyen ölüye dönerler. Ama tam bitti derken biri çıkagelir ve onun elinden tutar. Onlar ne şanslıdır ki kurtarıcıları gelmiştir. O elinden tutan şahıs aslında seni adeta mezarından çıkaracaktır, kurtarıcındır. Seni hayata geri bağlayacak şeyleri söyler, ifade eder. İşte burada da 2 yol ayrımı vardır. Söylenenleri mantıklı bir şekilde dinleyip özümsemek ve uygulamak, veya dinlemeden sadece yürüyüp gitmek.. İlk yolu tercih edenlerle devam ediyorum çünkü 2. yolu seçenler için artık umut ışığı yok. Ama vardır belli mi olur?. Söylenenleri mantıklı bir şekilde özümseyen kişi aslında hayatın üzülmek, daralmak, acı çekmek gibi şeyler için ne kadar kısa olduğunu anlar ve her şekilde mutlu olmanın ilk adımını atar. Evet dostum, sende onlardan birisin buraya gelerek ilk adımı atmış oldun, aramıza hoşgeldin.